Adı Âlimdi. Küçük bir dağ köyünde doğmuştu. Kışları çok çetin geçerdi. Doğduğu yıl da öyle olmuştu. O gece evde garip bir hava sezen annesi, eşini ilk defa bu kadar mutlu gördü. Âlim üçüncü çocuklarıydı. On hanelik bir köyde kendilerince bir yaşam kurmuşlardı. Arif ile birlikte kendi yağlarında kavrulacak kadar bir toprağı işlerlerdi. Eşinin ağırbaşlılığına meftun olan eşi Aysel ile birlikte köyün sayılı danışılanlarındandı.
Bu övgüyü Arif’in tanımlanamaz sezgi gücünden aldıklarını bilen Aysel, Arif’in Âlim’e dair bir şeyleri fark ettiğini düşünürdü. Arif Âlim’i bir farklı kucaklar, bir farklı öper, ona bir farklı bakardı. Küçük Âlim ise bu sevginin farkındaymışçasına babasına daha bir bağlanırdı. O nereye giderse arkasına takılır, o ne yaparsa onu yapmaya çalışırdı. Daha küçük bir çocukken bile tarlada çalıştıkları günlerde babasını taklit eder ve bunu da başarırdı. Onunla birlikte köy bakkalına gider, meydanda oturur, yaşlılarla sohbet ederdi. Babası ile birlikte yaşlıların eskilere dair anlattıkları çok ilgisini çeker, bazen geçmişle geleceği harmanladığı derin düşünceler içinde bulurdu kendini.
Herkes Âlim’in bir Arif olacağını düşünür daha ilkokul yaşlarında ona saygı duyardı. Soğuk kış akşamlarının birinde sobanın karşısında ödevini yaparken takıldığı bütün konuları babasına sorar ondan aldığı cevaplar ile geleceğe dair hayaller kurardı. Bu hayallerden biri de öğretmen olmaktı. Böyle böyle geçen günlerle ilk ve ortaokulu bitirdi Âlim.
Liseyi okumak içinse ilçeye gitmesi gerekti. Korktu önce. Köyleri çok soğuktu, yollar çamur, dağlar ise aşılmazdı. Vazgeçti, gitmek istemedi. Sonra hayallerinin hepsini suya düşürdü. Ama öğretmen olma hayali asla çıkmadı aklından. Bir gece uyumadı sabaha kadar, düşündü, ne yapabilirdi. Gün aydınlanıp horozlar ötmeye başlayınca bir ışık belirdi zihninde. Yürüyecekti, gece gündüz yürüyecek, hayallerine ulaşacaktı. Hem herkes uzun ince bir yolda değil miydi zaten? Öğretmen olmak fedakârlık isterdi, vefa isterdi, azim, hayal kurma, asla vazgeçmeme isterdi. Olacaksa öğretmen, böyle bir öğretmen olmalıydı.
Babasına anlattı düşüncelerini. Çok sevindi. Çocuklar gibi heyecanlandı akşam yemeğinde Arif. Ne de olsa ilk öğretmeni babasıydı Âlim’in, en çok sevinenin de o olması şaşırtmadı herkesi. Aysel de mutlu oldu. Ablaları da.
Kolay değildi öğretmen olmak. Zoru başarmanın diğer adıydı. Herkes kendince bir isim koyardı öğretene. Kimi hoca, kimi öğretmen, kimi baba, abi, abla, dert ortağı, kimiyse dost…
Bu akşam yemeği bir başlangıç oldu Âlim için. Yılmadan usanmadan her gün ve gece ilçeye gitti geldi. Çok sevdi okulu, öğretenlerini ve çok sevildi öğretenlerince. Âlim sadece dersleri öğrenmedi, hayatı da tecrübe etti. Tecrübe denilen şey birilerinin dediği gibi yalnızca yapılan yanlışların toplamımdan ibaret değildi aslında. Yanlışların toplamının dışında doğruları da alırdı içine. Hayalleri, istekleri, ihtirasları, özlemi, kısacası hayata dair her şeyin toplamıydı tecrübe. Aslında, kazanılmış yaşantıydı. Bütün bunların bilincinde olan Âlim, öğrendi, öğrendi, daha sonra da öğretti. Daha lisedeyken öğreten olmuştu aslında. Köyündeki çocuklara derslerinde yardımcı oldu, onların anlayamadıklarını onlara öğretmeye çalıştı. O bunu yaparken köydeki yaşlılar sevindi, yeni bir Arif’in köylerine miras kalacağına sevindiler, geleceğe dair endişeleri bir nebze de olsa hafifledi. Âlim ise köylülerin bu arif takıntısına bir türlü anlam veremedi. Öğreten olmak âlim olmak değil miydi zaten, öğreten de öğretirdi âlim de. O da öğretiyordu işte! Öğretirken öğrenmeye devam etti. Ve beklediği gün geldi. İlçenin en büyük okulunda üniversite sınavına girdi Âlim.
Sınav sonuçlarını beklemek çok zor geldi Âlim’e. Tarlada çalıştıkları bir gün postacının geldiğini gördüler uzaktan. Merak ettiler önce, kime gelmiş olabilirdi. Hepsi ellerindeki işi bırakarak postacıyı izlemeye başladı. Büyük ablası bir mektup bekliyordu asker nişanlısından, annesi ise dayılarından bir haber. Küçük ablası da bir dergi. Sonra postacının kendi tarlalarının yoluna girdiğini gördüler. “Âlim’in sınav sonucudur.” dedi Arif. “O artık üniversiteli bir öğretmen, bunu bilmiyor musunuz?” diye sordu. Aysel, Arif’in sezgisine her zaman güvenmişti. Onun âlim olmasının ötesinde bir sezgiyle ârif olduğuna defalarca şahit olmuştu. Yine bu sezgisinde yanılmamıştı. Mektup Âlim’eydi.
Yaz bitmişti. Sonbaharın ilk günleri gelmişti yine. Âlim hep bu zamanlarda gider gelirdi okula. Ailede sevinçle karışık bir hüzün vardı şimdilerde. Uzaklara gidecekti Âlim. Öğreten olmanın kolay olmadığını bütün aile biliyordu, şimdi ise bilmenin ötesinde yaşadılar bunu. Âlim babasının dışında herkes ile vedalaştı, bütün köyle de. Sonra babasının yanına yola çıktı. Tarlalarını sulama sırası onlardaydı, tarlada olmalıydı babası. Yanına vardığında çok yorulmuş gördü babasını, yüzündeki çizgilerin daha bir belirginleştiğini fark etti. Üzüldü babası için. Kendisi olmadığında ona kim yardım edecekti acaba.
Babası her zamanki gibi ayakta karşıladı Âlim’i. Hoş geldin oğul, dedi. Neden bu kadar düşüncelisin sorusuyla kendine geldi Âlim. Uzun uzun konuştu babası ile. Bugün bu konuşmadan aklında kalan tek şey babasının “Âlim olarak çıktığın bu yoldan ârif olarak dönmelisin.” sözüydü. Büyükşehir’e gitmek için bindi otobüse. Ailesi kapının yanında onu uğurluyordu. Hepsinin gözleri yaşlıydı. Ablaları üzgün, annesi ağlıyor. Babası ise başı dik gururla oğlunun gözlerine bakıyordu. Âlim babasının gözlerine bakınca camın ardında kendi geleceğini gördü.
Üniversitede hem çalıştı Âlim hem de okudu. Derslerinde çok gayretli ve başarılıydı. Oturduğu binada okuyan çocuklara yardım etti her gün. Belli ki öğreten olmak iliklerine işlemişti. Yazları köyüne gitti. Babasına yardım etti. Onu çok seviyordu. Köye her gittiğinde babasını biraz daha yaşlanmış gördü, üzüldü, sadece üzüldü. Bu üzülmelerde geçmişi gelecekle harmanlamanın şifresini çözdü.
Her yaz babası ona geçmişi anlattı, o da babasına geleceği. Yazları bu gelip gitmeler Âlim’in zihninde her defasında yeni fikirler oluşturdu.
Son kez köyünden ayrılırken bu kez kimse ağlamadı. Son senesiydi üniversitede. Öğretenleri onu çok sevmişti. Mezun etmek istemediler onu. Üniversitede kalmasını istediler. Âlim geçmişle geleceği harmanlayabileceği tek yerin ilkokul olduğunu düşündüğü için kabul etmedi bu teklifleri. Birincilikle mezun oldu. Ama mezuniyetinde onu en çok sevindiren şey babasının yanında olmasıydı.
Bugün öğreten olmasının yedinci yılında Âlim. Kendi köyü gibi bir köyde öğreten o şimdilerde. Babası yok artık. Annesi yanında, bir de çocuğu var. Köy öğreteni olarak göreve başladığı ilk yıl çok zor geçmişti. Karlı bir kış, tek sınıfı olan bir okul, her yeri delinmiş bir sobayla geçmişini hatırladı Âlim, sonra geleceğine baktı, en iyi üniversitelerde en iyi sınıflarda eğitim almıştı, “Kökleri mazide olan bir âti”ydi O. Yılmadı, her gün öğrencileriyle ilgilendi, dertlerine ortak oldu, onlarla ağladı, güldü, onlarla oynadı, onlarla tarlaya gitti, ekti, biçti, birlikte pişirdi, birlikte yedi, sadece öğretmedi onlara, hissetti onları, yaşadıkları zorluğu anladı, yokluktan varlığa geçişi sezdi. Bunu sezdiği ilk anda âlim olmanın yeterli olmadığını bildi, babasını anladı. Âlim olmak Ârif olmakla aynı şey değildi. Âlim artık ârifti. Köylerine gittiği her vakit yaşlılar onu Ârif diye çağırıyorlardı. Âlim de alıştı bu duruma, babası olmak onu mutlu ediyordu.